Yaşamak Bir Ağaç Gibi Tek ve Hür, Ve Bir Orman Gibi Kardeşçesine...

Misak-i Milli içinde...

Site Menüsü
Saat
Site Haritası
Suriye’deki protesto hareketlerinin arkasında kimler var? ABD-NATO’nun “İnsani Müdahale” için bahane imalatı*

MICHEL CHOSSUDOVSKY: SURİYE’DE NELER OLDUĞU ANCAK BU YAZIYLA ANLAŞILIR

12.08.2011 14:08
 
Teori dergisinin bu ay ki sayısında (Ağustos 2011) yayınlanan Prof. Michel Chossudovsky makalesini olduğu gibi yayınlıyoruz.
İşte Prof. Michel Chossudovsky “Suriye’de BOP operasyonları” yazısı:

BİRİNCİ YAZI
Suriye’deki protesto hareketlerinin arkasında kimler var? ABD-NATO’nun “İnsani Müdahale” için bahane imalatı*

İngilizce’den Çeviren: Efe Can Gürcan
TEORİ Yazı Kurulu Üyesi, Montreal Üniversitesi(Kanada) doktora öğrencisi


Bütün [Batılı] medya, Güney Suriye’de 17 Mart tarihinde patlak veren protesto hareketlerini, en başından beri çarpıtma ve yönlendirme ve çarpıtma çabası içinde oldu.
Batı medyası Suriye’deki olayları, Tunus’tan Mısır’a ve Libya’dan Suriye’ye kendiliğinden yayılan geniş bir Arap demokrasi hareketinin parçası olan protesto hareketleri olarak sundu.
Medyanın haberleri içerik olarak, Suriye polisi ve silahlı kuvvetlerinin, rastgele ateş ederek demokrasi yanlısı silahsız göstericileri vurup öldürdüğü suçlaması üzerinde yoğunlaştı. Her ne kadar polis gösteriler sırasında gerçekten ateş açmış olsa da, medyanın sözünü etmediği asıl gerçek, göstericiler içerisinde keskin nişanciların ve silah taşıyan çok sayıda kişinin bulunduğu ve bunların hem güvenlik güçlerine hem de diğer göstericilere ateş açtığıdır.
Haberlerde verilen ölü sayıları çoğunlukla asılsızdır. Haberlerin çoğu sözde “görgü tanıkları”nın ifadelerine dayandırılmaktadır. El Cezire ve CNN’de yayımlanan görüntü ve video çekimleri, her zaman haberlere konu olan olaylara ait görüntü ve çekimler olmamaktadır.
Suriye’de toplumsal huzursuzluk ve kitlesel gösteriler için elbette elverişli bir zemin bulunmaktadır: Özellikle 2006 yılından beri uygulanan IMF rehberliğindeki kapsamlı ekonomik reformlar altında işsizlik artmış, toplumsal koşullar iyice kötüleşmiştir. IMF’nin “ekonomik reçeteleri”, kemer sıkma önlemlerini, ücretlerin dondurulmasını, mali sistemin serbestleştirilmesini, ticaret reformlarını ve özelleştirmeleri içermektedir.1
Alevi (Şii İslam’ın bir kolu) azınlığın hâkim olduğu bir hükümete sahip Suriye, insan hakları ve ifade özgürlüğü bakımından bir “model toplum” oluşturmaktadır. Nedir ki, Suriye aynı zamanda Arap dünyasında (geriye kalan) son bağımsız laik devlettir. Ülkenin halkçı, anti-emperyalist ve laik temeli, Müslümanları, Hıristiyanları ve Dürzüleri birleştiren iktidardaki Baas Partisi’nin eseridir.
Ayrıca, Mısır ve Tunus’takilerin tersine, Suriye’de Beşir Esad’ın arkasında oldukça yüksek bir halk desteği var. 29 Mart [2011] günü Şam’da “on binlerce Başkan Esad destekçisinin” (Reuters) katıldığı büyük bir miting yapılmıştır. Ancak Batı medyası tarafından görülmemiş bir çarpıtmaya başvurularak, yönetimi destekleyen gösterilerin video görüntüleri, uluslararası kamuoyunun, Esad'ın hükümet karşıtı gösteriler ile karşı karşıya olduğuna ikna edilmesi için kullanılmıştır.
Protesto Hareketinin “Merkez Üssü” Dara:
Güney Suriye’de küçük bir sınır kasabası
Protesto hareketinin karakteri nedir? Suriye toplumunun hangi kesimlerinden kaynaklanmaktadır? Şiddeti ne körüklemiştir? Ölümlerin asıl nedeni nedir?
Aksini gösteren birçok kanıta karşın, Batı medyası, ayaklanmanın öldürme ve kundaklama eylemlerine girişen örgütlü çeteler tarafından yönetildiği gerçeğini göz ardı etmektedir.
Gösteriler ülkenin başkenti Şam’da başlamamıştır. Protestolar başlangıçta Suriye’nin başkentindeki herhangi bir kitle hareketiyle de bütünleşik değildir. Gösteriler örgütlü siyasal muhalefet hareketlerinin merkezi olan Şam ya da Halep’te değil, ancak, Suriye-Ürdün sınırında bulunan ve 75 000 nüfuslu küçük bir sınır kasabası olan Dara’da patlak vermiştir. (Dara, ABD-Kanada sınırındaki Plattsburgh’a benzer bir kasabadır).
Associated Press (AP) Ajansı (isimsiz “tanık” ve “eylemciler”e dayanarak) Dara’daki ilk protestoları şu şekilde açıklamıştır:
“Ürdün sınırına yakın 300 000 nüfuslu bir şehir olan Dara’daki şiddet neredeyse Başkan Beşir Esad’a karşı bir meydan okuma halini aldı. ... Görgü tanıkları, Suriye polisinin Çarşamba günü Dara’daki hükümet karşıtı göstericilerin sığındıkları mahalleye acımasız bir saldırıda bulunduğunu ve şafaktan önce başlattığı bu operasyonda en az 15 kişiyi öldürmek üzere vurduğunu söyledi.
“Görgü tanıkları, en az altı kişinin, ülkenin güneyinde bir tarım şehri olan Dara'da protestocular sabahın erken saatlerinde reform ve siyasal özgürlükler için sokağa çıktığında El Omari camisine yönelik saldırıda öldürüldüğünü söyledi. Dara sakinleri ilişkide olan bir eylemci, polisin, Roma döneminden kalma tarihi kent merkezinde alacakaranlıkta üç kişiyi daha öldürdüğünü söyledi. Eylemci, günün ilerleyen saatlerinde altı tane daha ceset bulunduğunu belirtti.
“Eylemci, kayıplar artarken, İnkhil, Jasim, Khirbet Ghazaleh ile El Harrah ve civar köylerden insanların Çarşamba akşamı Dara'ya doğru yürüyüş gerçekleştirmeye çalıştığını, ancak güvenlik güçlerinin onlara ateş açtığını söyledi. Daha fazla ölü ya da yaralı olup olmadığı henüz açıklığa kavuşmadı.”(altını biz çizdik-MC)2
AP’nin haberi rakamları şişirmektedir: Dara 300 000 nüfuslu bir kent olarak tanıtılmaktadır, oysa bu yerin nüfusu sadece 75000’dir. Haberdeki “protestocuların sayısının binlere ulaştığı” ve “kayıpların arttığı”na ilişkin ifadeler tam bir şişirmecedir. Ayrıca haber, Batılı bulvar gazetelerinde manşetten verilen sürekli polis ölümleri hakkında sessizdir.
Polis ölümleri, Suriye’de gerçekten ne yaşandığını doğru değerlendirmek açısından önemlidir. Polis kayıpları, her iki taraf arasında karşılıklı silahlı çatışma yaşanmış olduğuna işaret etmektedir.
Peki, aralarında çatılardan ateş açan keskin nişancıların da yer aldığı ve polisi hedef alan bu “göstericiler” kimdir acaba?
Polis ölümlerini doğrulayan İsrail ve Lübnan kaynaklı haberler, 17–18 Mart tarihlerinde Dara’da ne olup bittiğine ilişkin daha açık bir tablo ortaya koymaktadır. Şam yanlısı olmakla suçlanamayacak olan İsrail Milli Haber Ajansı’nın haberi, aynı olayları şu şekilde yorumluyor:
“Geçen Perşembe günü Suriye’nin güneyinde bulunan Dara kasabasında patlak veren ve şu an hala devam eden kanlı çatışmalarda yedi polis memuru ve en az dört gösterici yaşamını yitirdi.

“(…) Cuma günü polis silahlı protestoculara ateş açtı, dördünü öldürdü ve 100 kadarını da yaraladı. Adının açıklanmasıni istemeyen bir görgü tanığına göre polisler, ‘hemen gerçek mermilere sarıldılar; ne göz yaşartıcı bombaya ne de başka bir şeye’.
“(…) Hükümet, gerginliği azaltma amacıyla, gözaltına alınan öğrencilerin beklenmedik bir şekilde serbest bırakılmasını emretti, ancak Pazar günü yeniden şiddete başvurularak yedi polis memuru öldürüldü ve Baas Partisi'nin merkezi ve mahkeme ateşe verildi.”(abç)3
Lübnan haberleri, birçok kaynağa atıfta bulunarak, Dara'da yedi polisin öldürüldüğünü doğruluyor: Polisler, "güvenlik güçleri ile protestocular arasındaki çatışmalar esnasında” öldürüldüler... “Dara'daki gösteriler sırasında protestocuları püskürtmeye çalışırken öldürüldüler.”
Ayrıca, El Cezire'nin haberine atıfta bulunan Lübnan kaynaklı Ya Libnan da protestocuların "Dara'da Baas partisinin merkezini ve mahkeme binasını yaktıklarını" doğrulamıştır (abç).
Dara’daki olaylarla ilgili bu haberler şunları doğrulamaktadır:
1. Yaşananlar, Batı medyasının iddiasının aksine, “barışçıl bir protesto” değildir. Birçok sözde “gösterici” silah kuşanmıştı ve bunları polise karşı kullanmışlardır: “Polis silahlı göstericilere ateş açtı ve dördünü öldürdü”.
2. İsrail Haber Ajansı’nın belirttiği gibi, ilk rakamlara göre öldürülen polis sayısı öldürülen göstericilerinkinden daha fazladır: Dört göstericiye karşı yedi polis öldürülmüştür. Bu önemli bir ayrıntıdır, çünkü böylelikle polis gücünün çatışmanın ilk anlarında iyi örgütlenmiş silahlı bir çeteye göre sayıca azınlıkta kalmış olduğu anlaşılmaktadır. Suriyeli haber kaynaklarına göre çatılarda hem polise hem de diğer göstericilere ateş açan keskin nişancılar da bulunmaktadır.
Verilen ilk haberlerde açık olan bir şey varsa o da, birçok göstericinin aslında gösterici olmadığı, ancak önceden planlı öldürme ve kundaklama faaliyetlerine girişen birer terörist olduğudur. İsrail’in haber başlığı orada yaşananları iyi bir şekilde özetlemektedir: “Suriye: Yedi polis öldürüldü, protestolarda binalar ateşe verildi”.
18 Mart'ta Dara'da meydana gelen "protesto hareketi" önceden tasarlanmış bir olay görüntüsü vermektedir. Büyük bir ihtimalle bu olayda Mossad ve/veya Batılı istihbarat servislerinin İslamcı teröristlere örtülü desteği bulunmaktadır. Hükümet kaynakları, İsrail tarafından desteklenen radikal Selefi grupların rolüne işaret etmektedir. Kimi diğer haberler ise Suudi Arabistan’ın protesto hareketlerini parasal destek sunma rolünü vurgulamaktadır.

17–18 Mart tarihlerinde yaşanan ilk şiddetli çatışmaları izleyen haftalarda, asıl çatışmanın polis ve silahlı kuvvetlerle protesto hareketine sızan silahlı terörist timleri ve keskin nişancılar arasında yaşandığı ortaya çıkmıştır. Haberler, bu teröristlerin İslamcı gruplara mensup olduğunu ortaya koymaktadır. Teröristlerin arkasında hangi İslamcı örgütlerin bulunduğu konusunda henüz somut bir kanıta rastlanmamış ve Suriye hükümeti bu grupların kim olduğunu açıklamamıştır.
Hem liderliği İngiltere’de sürgünde bulunan Suriye Müslüman Kardeşler Örgütü hem de Hizb ut Tahrir (Kurtuluş Partisi), diğer birçok benzeri örgüt gibi, protesto hareketine sahte bir dostluk desteği açıklamışlardır. Foreign Affairs’e göre, 1980’li yıllarda Suriye doğumlu Ömer Bekri Muhammed tarafından yönetilen Hizb ut Tahrir, “İngiltere’de İslamcı faaliyet alanına hâkim olmak” istemektedir. Ayrıca Hizb ut Tahrir İngiltere’nin istihbarat servisi MI6 açısından Orta Doğu ve Orta Asya’da Anglo-Amerikan çıkarları doğrultusunda stratejik bir öneme sahiptir.4
Suriye, Müslümanlarla Hıristiyanların yüzyıllardır barış içerisinde yaşadığı ve dini hoşgörüye sahip bir toplumu olan laik bir Arap devletidir. Hizb ut-Tahrir ise kendini İslamcı bir halifeliğin kuruluşuna adamış olan radikal bir siyasal harekettir. Örgütün Suriye’ye dönük açıkça belli olan amacı, laik devleti istikrarsızlaştırmaktır.
Sovyet-Afgan savaşından beri hem Batılı istihbarat servisleri hem de İsrail’in MOSSAD’ı birçok İslamcı terörist örgütü sürekli olarak “istihbarat kaynağı “ olarak kullanmışlardır. Hem Vaşington hem de onun değişmez müttefiki İngiltere etnik çatışmaları, mezhepler arası şiddeti ve siyasal istikrarsızlığı tetiklemek için Afganistan’da, Bosna’da, Kosova’da, Libya’da ve daha birçok ülkede “İslamcı teröristlere” gizli destek sağlamıştır.
Suriye'de sahnelenen protesto hareketi Libya'dakinden örnek alınmıştır. Doğu Libya'daki başkaldırının başını İngiliz istihbarat servisi M16 ve CIA tarafından desteklenen Libya İslamcı Mücadele Grubu çekmiştir. Suriye'deki protesto hareketinin nihai amacı, medya yalanları ve çarpıtmaları üzerinden Suriye toplumu içerisinde etnik, mezhepsel vb bölünme ve çatışma yaratmak ve en sonunda "insani müdahale"ye gerekçe hazırlamaktır.
Suriye’de silahlı ayaklanma
İslamcı gruplar tarafından başlatılan ve Batı istihbaratının gizli bir şekilde desteklediği silahlı bir başkaldırıdan söz etmek, Suriye’de aslında nelerin yaşanmakta olduğunu anlamak açısından son derece önemlidir.
Batı medyası silahlı bir başkaldırının varlığından söz etmemektedir. Eğer bu gerçek tahlil ve kabul edilseydi olayları kavrayışımız tamamen başka olurdu. Oysa Batı medyası sıkça silahlı kuvvetler ve polisin göstericileri ayrım gözetmeksizin öldürmesinden bahsetmektedir. Silahlı kuvvetlerin tanklarla birlikte Dara’ya konuşlandırılması, 17–18 Mart’tan beri bu sınır şehrinde faaliyet gösteren örgütlü ve silahlı bir başkaldırıya karşı gerçekleşmiştir. Bu sırada polis ve askerler de dahil olmak üzere kimi kayıpların yaşandığı bildirilmiştir. Batı medyası, acı bir ironi olarak asker/polis ölümlerini kabul ederken, silahlı bir başkaldırının varlığını inkâr etmektedir.
Burada kilit soru, medyanın asker ve polis ölümlerini nasıl açıkladığıdır. Haberler, hiçbir kanıta dayanmaksızın, fakat kendince inandırıcı bir üslupla, polis ve askerlerin birbirlerine ateş açtıklarını öne sürmektedir. 29 Nisan tarihli bir El Cezire haberi Dara’yı “kuşatma altında bir kent” olarak tanımlamaktadır.
“Tanklar ve birlikler bütün yolların giriş ve çıkışlarını denetim altında tutuyor. Kentte dükkânların kepenkleri indirilmiş ve kimse bir zamanlar kalabalıkların aktığı, şimdi ise çatıda konuşlanmış keskin nişancıların avlanma bölgesi halini almış çarşı sokaklarında yürümeye cesaret etmiyor.
“Ne gizli polisi, ne kiralık katilleri ve ne de kardeşinin askeri bölüğündeki özel kuvvetlerle kendisine başkaldıran halkı ezemeyen Başkan Beşir Esad, binlerce askeri, ağır silahlarıyla Dara’ya dünyada kimsenin görmesini istemediği bir operasyonu gerçekleştirmeye yolladı.
“Dara ile bütün iletişim kanallarının, hatta sınırların ardından şehre ulaşan Ürdün cep telefonu servisinin bile kesilmesine karşın, El Cezire, kimi şehri yeni terketmiş kimi ise karartma bölgesinin dışına çıkabilmiş ve olaylara şahit olmuş kent sakinlerinden birinci elden bilgi alabilmeyi başardı.
“Haberde anlatılanlardan, o bölgede karanlık ve ölümcül bir güvenlik alanı oluşturulduğu anlaşılıyor. Asker ve protestocuların yaralanıp öldürüldüğü, asker içerisinde bile çatlakların oluştuğu ve ortaya çıkan kargaşa ile rejimin artan baskıları meşrulaştırdığı bu güvenlik alanı, gizli polis ve çatıdaki nişancılar tarafından denetlenmektedir.”5
El Cezire’nin haberi bizi aptal yerine koyan mantıksızlıklarla örülü durumdadır. Dikkatlice okuyunuz:
“Tanklar ve askeri birlikler bütün yolların giriş ve çıkışlarını denetim altında tutuyor”, “binlerce Suriye askeri ağır silahlarıyla birlikte Dara’da”...
Ve bu durum birkaç hafta boyunca devam etmiş. Bu da, gerçekten de zaten Dara’da olmayan protestocuların Dara’ya giremedikleri anlamına gelir.
Ayrıca kentte yaşayan halk da evlerinde oturuyor: “Kimse sokaklarda yürümeye… cesaret edemiyor”. Peki, kimse sokaklarda yürümeye cesaret edemiyorsa nerede bu göstericiler acaba?
Sokaklarda kimler vardır? El Cezire’ye göre göstericiler askerlerle birlikte sokaklarda ve bunlar(protestocularla askerler) “sivil kıyafetli gizli polis”, “kiralık katiller” ve hükümet destekli keskin nişancılar tarafından saldırıya uğruyor. Bu haberden kayıpların asker ile polis arasındaki çatışmadan kaynaklandığı sonucu çıkmaktadır. Ancak aynı haber diyor ki, askerler (hatta binlerce asker), sivil kıyafetli polisler tarafından vurulmalarına karşın, şehrin bütün yollarının giriş ve çıkışlarını tutmuş durumdadır.
Bu internet medyası aldatmacasının, “askerlerin polis tarafından öldürülmesi” ve “hükümetin keskin nişancıları” gibi uydurmaların amacı, silahlı terörist toplulukların varlığını inkar edebilmektir. Oysa olaylar “sivil giyimli teröristler” ve keskin nişancıların polise, Suriye ordusuna ve yerel halka saldırmasından ibarettir.
Bu terörist eylemler kendiliğinden ortaya çıkan eylemler değildir; tam tersine, dikkatlice planlanmış ve eşgüdümlenmiş saldırılardır. Xinhua Haber Ajansı’nın[Çin] 30 Nisan 2011 tarihli haberine göre, “terörist gruplar” son olarak Dara’da “askerlerin barınma tesislerine saldırı düzenlemiş” ve “bir çavusu öldürüp iki tanesini de yaralamıştır”.
Hükümet sivil ölümleriyle sonuçlanan asker-polis operasyonunu kötü yöneterek sorumluluğu büyük ölçüde taşısa da, haberde de belirtildiği gibi, göstericilere ve yerel halkın kendisine silahlı terörist topluluklar tarafından ateş açılmıştır. Ancak (Batı medyasında) kayıpların sorumluluğu tamamıyla silahlı kuvvetlere ve polise yüklenmekte ve “uluslararası toplum”da Esad hükümetinin sayısız katliamın emrini verdiği kanısı yaygınlaştırılmaktadır.
İşin gerçeği, yabancı gazetecilerin Suriye içerisinden haber yapmaları yasaklanmıştır, dolayısıyla, yaşanan kayıpların sayısı da dâhil, elde edilen bilgilerin çoğu hayali “görgü tanıklarının” ifadelerine dayanmaktadır.
ABD’nin hesapları ve bu hesapların muhtemel sonuçları
Suriye’deki olayların “diktatoryal bir rejim” tarafından acımasız bir şekilde bastırılan barışçıl bir protesto hareketi olarak gösterilmesi, ABD’nin ve NATO ittifakının çıkarınadır.
Suriye hükümeti otokratik olabilir. Bu ülkenin bir demokrasi modeli olmadığı tartışmasızdır, ancak aynı durum büyük yolsuzlukların, Vatansever Kanunu aracılığıyla sivil özgürlüklerin kısıtlanmasının, işkencenin yasallaştırılmasının ve hatta “kansız” “insani savaşlar”ın simgelediği ABD yönetimi için daha fazlasıyla geçerlidir.
“’ABD ve onun NATO müttefikleri Akdeniz’de, 6. Filo ve NATO Aktif Çaba askeri varlığının yanı sıra, Libya’ya karşı kullanılan savaş uçakları, savaş gemileri ve denizaltılar konuşlandırmıştır ve bunlar her an Suriye’ye karşı kullanılabilir’.
“27 Nisan tarihindeki Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi toplantısında ABD ve NATO müttefiklerini Suriye’ye karşı 1973 sayılı kararname doğrultusunda bir eylem kakarı çıkartmaktan açıkça Rusya ve Çin alıkoymuştur. Rusya BM elçisi Aleksandr Pankin mevcut durumun ‘uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturmadığını’ belirtmiştir. Suriye, Rusya’nın Akdeniz ve Arap dünyasındaki son gerçek ortağıdır ve Rusya’nın iki denizaşırı
üssünden birine (Tartus’takine) ev sahipliği yapmaktadır. (Diğer üs, Ukrayna Kırım’da bulunmaktadır).”6
Burada asıl amaç, İslamcı terörist örgütleri gizlice destekleyerek Suriye’de mezhepler arası şiddeti ve siyasal kargaşayı tetiklemektir.
Gelecekte Suriye’yi ne beklemektedir?
ABD dış siyaseti Suriye’ye dönük olarak, uzun vadede, örtülü bir “demokratikleşme” süreci yoluyla ya da doğrudan askeri yollarla Suriye’de bir “rejim değişikliği”ni ve ülkenin bağımsız bir ulus-devlet olarak istikrarsızlaştırılmasını öngörmektedir.
Suriye, ABD’nin askeri müdahale gerektiren “haydut devletler” listesinde yer almaktadır. Eski NATO Komutanı General Wesley Clark tarafından dillendirildiği üzere, (Pentagon tarafından onaylanmış resmi) “Beş yıllık askeri operasyon planı... Irak ile başlayarak Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan'ı içermektedir".
Nihai amaç, BM desteğinde muhtemel bir "insani müdahale" zemin hazırlarken, laik devlet yapısının zayıflatılmasıdır. “İnsani müdahale” ilk aşamada, hem Suriye'ye çesitli yaptırımlar da dâhil bir ambargo dayatılması hem de Suriye’nin denizaşırı yabancı finansal kurumlardaki varlıklarının dondurulması şeklinde bir ambargo olarak gerçekleştirilebilir.
Her ne kadar ABD - NATO askeri müdahalesi yakın gelecekte oldukça imkânsız gözükse de, Suriye hala Pentagon'un askeri yol haritasında yer almaktadır. Başka bir deyişle, Vaşington ve Tel Aviv Suriye'ye karşı muhtemel bir savaşı önceden tasarlamıştır.
Gelecek bir tarihte bu savaşın gerçekleşmesi daha da başka gerginliklere yol açacaktır. İsrail kaçınılmaz olarak olaylara dâhil olacaktır. Akdeniz'den Çin- Afgan sınırına kadar, olduğu gibi bütün Ortadoğu-Orta Asya bölgesi ve Doğu hızla alevler içinde kalacaktır.

 


İKİNCİ YAZI
Suriye’nin istikrarsızlaştırılması ve Büyük Ortadoğu Savaşı**

İngilizce’den çeviren: Onurcan Ülker
TEORİ Yazı Kurulu Üyesi


Suriye’de, içlerinde ABD, İsrail ve Türkiye’nin bulunduğu yabancı güçler tarafından örtülü bir biçimde desteklenen bir silahlı ayaklanma ortaya çıktı.
İslamcı örgütlere mensup silahlı isyancılar, ülkeye, Türkiye, Lübnan ve Ürdün sınırlarından geçerek giriyorlar. ABD Dışişleri Bakanlığı da, ayaklanmayı desteklediğini açıkladı.
Birleşik Devletler, ülkede bir rejim değişikliği gerçekleşmesini uman Suriyelilerle bağlantılarını genişletiyor.
Bu durum, ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Victoria Nuland tarafından açıklandı. Kendisi, “Ülkenin gerek içinde, gerekse dışında bulunan, değişim çağrısı yapan Suriyelilerle irtibatlarımızı genişletmeye başladık” diyor.
Nuland ayrıca, Barack Obama’nın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a, daha önce, reformları başlatma ya da iktidardan çekilme çağrısı yaptığını da tekrarladı (Voice of Russia/Rusya’nın Sesi, 17 Haziran 2011). Egemen birer devlet olarak Suriye ve Lübnan’ın istikrarsızlaştırılmaları, ABD-NATO-İsrail askeri ittifakının en az on yıldır hedef tahtasında bulunuyor.
Suriye’ye dönük harekât, bir “askeri yol haritası”nın, bir askeri operasyonlar zincirinin bir halkası. NATO önceki komutanı General Wesley Clark’a*** göre Pentagon, Irak, Libya, Suriye ve Lübnan’ı, açık biçimde, olası bir ABD-NATO müdahalesinin hedef ülkeleri olarak tanımlamıştı: “Irak ile başlayıp, Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan ile devam edecek olan beş yıllık savaş planı, toplamda yedi ülkeyi kapsıyor” (Sözlerin sahibi, General Wesley Clark’ın aktardığı üzere, bir Pentagon yetkilisidir).
Modern Savaşları Kazanmak [Winning Modern Wars] adlı kitabında, General Wesley Clark şunları ifade ediyor (sayfa 130):
“2001 Kasımı’nda Pentagon’a döndüğümde, üst düzey bir askeri yetkiliyle sohbet etme fırsatım oldu. ‘Evet, halen Irak’taki işi sürdürmekle meşgulüz’, diyordu. Ancak dahası da vardı. ‘Bu, beş yıllık savaş planının bir parçası olarak tartışılıyordu’, diyordu ve ‘Irak ile başlayıp, Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan ile devam edecek olan beş yıllık savaş planı, toplamda yedi ülkeyi kapsıyor’.
“(…) Bunları, bu vizyona mesafeli durarak, bir serzeniş, hatta daha ziyade inançsızlık içerisinde ifade etti. Konuyu değiştirdim, zira duymak istediğim şey bu değildi. Dahası bu, ileride görmek istediğim şey de değildi… Öğleden sonra, Pentagon’u kaygı içerisinde terk ettim”.
Amaç, Suriye Devleti’ni istikrarsızlaştırmak ve İslamcı milislerin yürüttüğü silahlı ayaklanmayı el altından destekleyerek bir “rejim değişikliği” gerçekleştirmektir. Sivil ölümlerine ilişkin raporlar da, bahane yaratmak ve “Koruma Sorumluluğu” ilkesine atfen yapılacak bir “insani” müdahaleyi temize çıkarmak için kullanılıyor.
Medya dezenformasyonu
Üstü kapalı olarak kabul edilen [meşru yönetime karşı] silahlı bir ayaklanma olduğu olgusu, Batı medyası tarafından umursamaz biçimde görmezden geliniyor. Bu olgu kabul edilseydi ve incelenseydi, yayılmakta olan olaylara dönük kavrayışımız bütünüyle farklı olurdu.
Bolca dillendirilen ise, silahlı kuvvetlerin ve polisin sivil eylemcileri ayrım gözetmeksizin katlettiğidir. Oysa basında çıkan haberler, eylemler başladığından bu yana, silahlı isyancılar ve polis arasında yaşanan çatışmalarda, her iki tarafın kayıp verdiğini de doğrulamaktadır.
Ayaklanma, Mart ortasında, Ürdün sınırına 10 km. uzaklıktaki sınır şehri Daraa’da başlamıştı. 18 Mart’ta gerçekleşen Daraa “protesto hareketi”, her yönüyle tertiplenmiş bir olaydı; İslamcı teröristler, büyük olasılıkla, MOSSAD ve/veya Batılı istihbarat servislerince gizlice desteklenmişti. Hükümet kaynakları, (İsrail tarafından desteklenen) köktenci Selefi grupların rolüne dikkat çekiyor.
Başka haberlerde ise, Suudi Arabistan’ın protesto hareketinin finanse edilmesinde üstlendiği role işaret ediliyor.
17–18 Mart tarihlerinde gerçekleşen Daraa’daki ilk şiddetli çatışmaları takip eden haftalarda açıkça ortaya çıkmıştır ki, cepheleşmenin taraflarından biri polis ve silahlı kuvvetler, diğeri ise protesto hareketine sızmış silahlı terörist unsurlar ve keskin nişancılardı.
Bu çatışmaya ilişkin ilk haberlerde açıkça görülüyor ki, göstericilerin çoğu gösterici değil, fakat kasten cinayet ve kundakçılığa karışan birer teröristti. İsrail haber bültenlerine yansıyan başlık, neler yaşandığını özetliyor: “Suriye: Yedi Polis Öldürüldü”, “Eylemlerde Binalar Ateşe Verildi”.7[7]
Türkiye’nin rolü
Şu anda ayaklanmanın merkezi, Türkiye sınırına 10 km. uzaklıktaki küçük bir sınır şehri olan Cisreşşuğur’a kaymış durumda.
Cisreşşuğur’un nüfusu 44.000. Silahlı isyancılar, sınırı geçerek Türkiye’den geldiler.
Müslüman Kardeşler üyelerinin cephaneyi, kuzeybatı Suriye’de teslim aldıkları bildiriliyor.
Türk ordusu ve istihbaratının buradaki baskınları desteklediğine ilişkin belirtiler var.
MB Rebels at Jisr al Choughour
Cisreşşuğur’da, hiçbir kitlesel sivil protesto hareketi yoktu. Denilebilir ki, yerel nüfus, iki ateş arasında kaldı. Silahlı isyancılar ve hükümet güçleri arasındaki çatışma, medya ilgisinin merkezine oturan mülteci krizinin tetiklenmesine yol açtı.
Buna karşılık, belli başlı toplumsal hareketlerin merkezi olan ülkenin başkenti Şam’da, muhalefetten ziyade hükümeti destekleyen kitlesel gösteriler yapıldı.
Başkan Beşar Esad, üstünkörü bir biçimde Tunus Devlet Başkanı Bin Ali ve Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ile karşılaştırılmaktadır. Rejimin otoriter karakterine karşın Başkan Esad’ın Suriye halkının yaygın desteğe sahip popüler bir figür olması, genel medyanın her sözünü edişte başarısız olduğu bir [çelişmeli] durumdur.
29 Mart’ta Şam’da yapılan büyük gösteriye Başkan Esad’ın “on binlerce destekçisi”nin katılmasından, hemen hemen hiç söz edilmedi. Fakat Batı medyası, benzeri görülmedik bir çarpıtmaya imza atarak, çeşitli hükümet yanlısı eylemlerin fotoğraf ve video çekimlerini, uluslararası kamuoyunu Başkan Esad’ın kitlesel hükümet karşıtı gösterilerle karşılaştığına ikna etme gayretinde kullandı.
15 Haziran’da binlerce kişi, Şam’ın en belli başlı ana caddesinde, 2,3 kilometrelik bir Suriye bayrağı taşıyarak, kilometrelerce toplu yürüyüş yaptı. Medya, gösteriyi kabul etti etmesine, ama bunu umursamazlıkla geçiştirdi.
Her ne kadar Suriye rejimi, hiçbir biçimde demokratik olmasa da, ABD-NATO-İsrail askeri ittifakının amacı da demokrasiyi ilerletmek değildir. Hatta tam tersidir. Washington’un niyeti, son tahlilde bir kukla rejim kurmaktır.
Medya dezenformasyonunun amacı, Başkan Esad’ı şeytanlaştırmak ve esas olarak da, laik bir devlet olan Suriye’yi istikrarsızlaştırmaktır. Esas amaca, çeşitli İslamcı örgütler gizli bir biçimde desteklenerek ulaşılmak isteniyor: “Suriye, yurttaşlarına karşı kaba güç kullanan otoriter bir oligarşi tarafından yönetiliyor. Ancak Suriye’deki ayaklanmalar karmaşık. Bunları, içten özgürlük ve demokrasi arayışları olarak değerlendirmek olanaksız. Suriye’deki ayaklanmalar, ABD ve AB’nin Suriye önderliğini baskı altına almaya ve sindirmeye dönük girişimlerinden biri olmuştur. Suudi Arabistan, İsrail, Ürdün ve 14 Mart İttifakı, silahlı ayaklanmanın desteklenmesinde rol oynadı.
“Suriye’deki şiddet, iç gerilimlerden çıkar sağlama amacıyla, dış güçler tarafından körükleniyor… Suriye Ordusu’nun şiddetli tepkisi bir yana, medya yalanlarına başvuruluyor, düzmece videolar havada uçuşuyor. Suriyeli muhalefet gruplarına, ABD ve AB tarafından para ve silah akıtılıyor… Bir taraftan Ürdün ve Lübnan üzerinden Suriye’ye zulalara gizlenmiş silahlar sokulurken, öte taraftan uğursuz ve halkın sevmediği yurtdışındaki Suriyeli muhalif kişilere parasal kaynak sağlanıyor.”8
İsrail-Türkiye ortak askeri ve istihbarat anlaşması
İstikrarsızlaştırma sürecinin jeopolitiği geniş kapsamlıdır. Türkiye, isyancıların destekçileri arasındadır.
Türk hükümeti, silahlı ayaklanmayı destekleyen sürgündeki Suriyeli muhalif grupları resmen tanıdı. Türkiye ayrıca Şam’a, Washington’un rejim değişikliği taleplerine boyun eğmesi yönünde baskı da yapıyor.
Türkiye, NATO’nun etkili askeri güce sahip bir üyesidir. Dahası, İsrail ile Türkiye arasında, uzun süredir yürürlükte olan ve açıkça doğrudan Suriye’yi hedef alan bir askeri-istihbarat ortaklığı anlaşması var.
“(…) 1993 tarihli bir Mutabakat Zaptı, sözde bölgesel tehditlere karşı devreye sokulacak (İsrail-Türk) “ortak komiteleri” kurulmasına yol açtı. Bu zapta göre, Türkiye ve İsrail, ‘Suriye, İran ve Irak’a dönük istihbarat toplamada işbirliği ile terörizm ve bu ülkelerin askeri olanakları ile ilgili değerlendirmelerini paylaşmak üzere düzenli olarak bir araya gelme’ konularında anlaştı.
“Türkiye, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF-Israel Defence Forces) ve İsrail güvenlik güçlerinin, Suriye ve İran hakkında, Türkiye üzerinden elektronik istihbarat toplamalarına izin vermeyi kabul etti. Karşılığında İsrail, Türk güvenlik güçlerine, Suriye, Irak ve İran sınırları boyunca yürüttüğü teröre karşı savaşta donanım ve eğitim desteği sundu.
(…)
“Zaten daha Clinton yönetimi zamanında, ABD, İsrail ve Türkiye arasında bir üçlü askeri ittifak ortaya çıkmıştı. ABD Genelkurmay personeli güdümündeki bu “üçlü ittifak”, bu üç ülke arasındaki Büyük Ortadoğu’ya yönelik askeri komuta kararlarını bütünleştiriyor ve eşgüdümlüyor. Tel Aviv ve Ankara arasındaki güçlü bir karşılıklı askeri ilişkinin eşlik ettiği bu ittifak, sırasıyla ABD, İsrail ve Türkiye arasındaki yakın askeri bağlara dayanmaktadır.
“Üçlü ittifak ayrıca, ‘terörizme karşı mücadele ve ortak askeri tatbikatlar’ gibi ‘ortak ilgi alanına giren’ pek çok konuda, 2005 NATO-İsrail eşgüdüm anlaşması ile birleştirilmiştir. İsrail ordusu, NATO ile kurulan bu askeri eşgüdüm bağlarını, ‘başta İran ve Suriye olmak üzere, kendisini tehdit eden potansiyel düşmanlara karşı İsrail’in caydırıcılık kapasitesini arttırma’nın bir aracı olarak görüyor.”9
Silahlı isyancıların Türkiye ve Ürdün kanalıyla gizli bir biçimde desteklenmeleri, hiç şüphesiz ortak İsrail-Türkiye askeri ve istihbarat anlaşması çerçevesinde koordine edilmektedir.
Tehlikeli kavşaklar: Büyük Ortadoğu Savaşı
İsrail ve NATO, 2005 yılında geniş kapsamlı bir askeri işbirliği anlaşması imzaladı. Bu anlaşma uyarınca, İsrail, NATO’nun de facto bir üyesi sayıldı.
Suriye’ye yönelik bir askeri operasyon başlatıldığı takdirde, İsrail büyük olasılıkla (NATO-İsrail karşılıklı anlaşmasına dayanarak), NATO güçlerinin yanında askeri girişimlere katılacaktır. Türkiye de etkin bir askeri rol oynayacaktır.
Uydurma insani gerekçelerle başlatılacak Suriye’ye dönük bir askeri müdahale, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan Orta Asya’ya, Doğu Akdeniz’den Çin’in Afganistan ve Pakistan ile olan Batı sınırına kadar uzanan geniş bir alan üzerinde ABD-NATO liderliğinde savaş tırmanışını başlatacaktır.
Bu durum bir yandan Lübnan, Ürdün ve Filistin’in siyasi istikrarsızlaştırma sürecini besleyecek, diğer yandan da, İran’la olası bir çatışmaya zemin hazırlayacaktır.

DİPNOTLAR:

*http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=24591, Erişim: 01 Temmuz 2011
**http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=25312, Erişim: 01 Temmuz 2011
***Wesley Clark: 1997–2000 yılları arası NATO Avrupa Müttefik Yüksek Komutanı olan Amerikalı general. ABD ve NATO’nun Vietnam Savaşı’na katılmış generallerindendir. Görevi sırasında, NATO’nun 1999’daki Yugoslavya’yı bölme savaşını yönetti. 2004 ve 2008 ABD Başkanlık Seçimlerinde Demokrat Parti’den Başkan aday adayı oldu. Fakat birincisinde aday adaylarından John Kerry; ikincisinde ise, Barack Obama’ya karşı Hillary Clinton lehine adaylıktan çekildi. Clark şu anda bir özel petrol şirketinin yönetim kurulu üyesidir (Teori).
[1] Bu konuda bkz: Suriye Arap Cumhuriyeti-IMF Heyeti Görüşmeleri Sonuç Bildirgesi 4. Maddesi, http://www.imf.org/external/np/ms/2006/051406.htm, 2006.
[2] AP, 23 Mart 2011.
[3] Gavriel Queenann, “Suriye: Yedi polis öldürüldü, protestolarda binalar ateşe verildi”, İsrail Milli Haber Ajansı, Arutz Sheva, 21 Mart 2011.
[4] Bkz: “Hizb ut Tahrir Başka Bir İngiliz-MI6 Projesi mi?”, Pakistan Devleti’nin saptaması.
[5] “Dara: Kuşatma Altında Bir Kent”, IPS / El Cezire, 29 Nisan 2011.
[6] Rick Rozoff, “Suriye için Libya Senaryosu: ABD-NATO Suriye’ye ‘İnsancıl Müdahale’de mi Bulunacak?”, Global Research, 30 Nisan 2011.
[7] Bkz: Michel Chossudovsky, “SURİYE: Protesto Hareketlerinin arkasında kim var? ABD ve NATO'nun 'İnsani Müdahale' için bir bahane imalatı" [Yukarıdaki birinci makale] (“SYRIA: Who is Behind The Protest Movement? Fabricating a Pretext for a US-NATO ‘Humanitarian Intervention’”), Global Research, 3 Mayıs 2011, http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=2459.
[8]Mahdi Darius Nazemroaya, “Amerika’nın Yeni Savaş Alanı: Suriye ve Lübnan mı? [America’s Next War Theater: Syria and Lebanon?]”, Global Research, 10 Haziran 2011,
http://globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=25000.
[9]Bkz: Michel Chossudovsky, “’Üçlü İttifak’: ABD, Türkiye, İsrail ve Lübnan Savaşı” [“’Triple Alliance’: The US, Turkey, Israel and the War on Lebanon”], Global Research, 6 Ağustos 2006, http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=2906.

http://www.odatv.com/n.php?n=suriyede-neler-oldugu-ancak-bu-yaziyla-anlasilir-1208111200

Odatv.com

  
1696 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
SİGORTA GÜNDEM
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam14
Toplam Ziyaret1249977
Takvim
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.451532.5815
Euro34.684134.8231
Üyelik Girişi